Page 101 - 11_edebiyat_ogretmenin
P. 101

SOHBET / FIKRA                                                             99
           Sohbet ile Fıkra Arasındaki Farklar
               F    Fıkra, etkisi uzun süren bir yazı türü değilken, sohbet hemen hemen her zaman
                   okunabilen bir türdür.
               F    Sohbette yazar karşısında birisi varmış gibi sorular sorup, sorulara cevap verir-
                   ken; fıkrada okura direk hitap etmez ve samimi bir üslupla konusunu işler.



                                   MUHAREBEYİ KAZANANLAR
                                                  YAYINEVİ
           Şimdi geçerlerken baktım ve tanıdım. Tümenin bir bataryası gidiyor. Önde bir bölük asker var.
           Kırmızı  bayrakları  ellerinde;  ayaklarını,  biraz  yadırgadıkları  alafrangadan  dönme  bir  şarkının
           havasına uydurmuş gidiyorlar. Hepsi temiz, hepsi yeni giyinmiş askerin vakarı, efendiliği üstle-
           rinden akıyor.
           Aralarında bir çehre var ki bakınca “İşte harbi kazananlar!” diyorum. Hüseyin! Uzun yüzünün
           iki keskin, titiz gözleri var. Kara yüzünün sağ tarafı tamamen parça parça olmuş, çürümüş,
           çok eski olmayan muazzam bir yaranın izini taşıyor.ssİşte çamur içinde, barut ve kan içinde,
           cehennem ateşi içinde kayalara tırmanan nefer, ölüm yağmuru altında memleketini çalmaya
           gelenin gırtlağına atılan nefer budur. İçindeki korkunç kudretin manasını bilmeyen, tahlil
           etmeyen fakat içindeki eski ve isimsiz bir cengâverlikle yeni, müphem, henüz boş bir ülküye
           lazım olduğu dakika şahane ölen nefer budur. İçimden selamlıyorum onu ve onun gibi ateş
                      EDİTÖR
           altında, duman içinde memleketi için ölmeye atılanları birden selamlıyorum.
           Arkasından iyi tımar olmuş, tüyleri parlayan, kasları kudretli katanaların çektiği bir top geçiyor.
           Topun her tarafı, meraklı bir ana, çocuğunu mektebe gönderirken üstünü başını, küçük yüzünü
           nasıl bir gurur ve sevgiyle temizlemiş, parlatmışsa meraklı ve sevgili ellerle öyle temizlenmiş,
           öyle parlatmış. Katanaların birinin üstünde bir topçu çavuşu oturuyor. Askerlerin alafranga
           türkülerine  elindeki  ipucunu,  kocaman  başını  da  uydurarak  sallıyor.  Topçu  çavuşu,  bu  bir
           örnek. Bütün Türk topçu çavuşlarının bir örneği, timsali!
           İki neferin omzu kadar geniş omuzları ve sırtı var. Esmer başı, aslan başı kadar, bu geniş
           omuzlar üstünde kocaman ve heybetli! İki derin ve çocuk gibi siyah gözleri, kalın tüylü kaşları
           altından uysallıkla bakıyor. Uzun siyah bıyıkları, kuvvetli çenesinin yanlarına kadar uzanmış.
           Eminim ki kuvvetli erkek ağzının içinde sağlam, beyaz dişleri her zayıf ve güzel şeyi şefkatle,
           iyilikle görüyor.
           Harbi kazanan işte budur. On beşlik mermiler belki beş metre ötede cehennem ağzı gibi
           kara topraktan derin mezarlar açarken üstünde şarapneller ateş kandillerini cazip, beyaz
           dumanlarının arasından ölüm şeklinde aşağı yağdırırken etrafından kol, bacak, kafa uçarken
           o kocaman kafası, kuvvetli elleriyle sakin, topunun başında, neferlerinin arasında asıl harbi
           yapıyor. Bu vücut tam bir isabetle yıldırım düşmüş yüz senelik bir çınar gibi kara topraklara
           lime lime kan ve et yığını halinde çivilenir. Dudaklarında bir “Allah” nidası, gözlerinde belki
           kırmızı yemenili, kırmızı şalvarlı bir kadın hayaliyle basit ve şahane o kadar asaletle, sabır
           ve fedakârlıkla yaşadığı topraklardan geçer gider; bazen Allah saklar.
                                                 Halide Edip ADIVAR (Kubbede Kalan Hoş Sada)
   96   97   98   99   100   101   102   103   104   105   106