Page 26 - 9_edebiyat_ogretmenin
P. 26
24 HİKÂYE
HİKÂYENİN YAPI UNSURLARI
ˇ Hikâyenin yapı unsurları arasında olay, mekân, zaman ve kişi kadrosu gösterilebilir.
ˇ Olay: Öykü kahramanının başından geçen olay ve durumdur. Hikâyeler olay eksenli yazı-
lardır. Hikâyelerde bir asıl olay vardır. Ancak bazen bu asıl olayı tamamlayan yardımcı
olaylara da rastlanabilir.
ˇ Mekân (Yer-Çevre): Hikâyede sınırlı bir çevre vardır. Olayın geçtiği çevre çok ayrıntılı
anlatılmaz, kısaca tasvir edilir. Olayın anlatımı sırasında verilen ayrıntılar çevre ve yer
YAYINEVİ
hakkında okuyucuya ipuçları verir.
ˇ Zaman: Hikâye kısa bir zaman diliminde geçer. Hikâyeler geçmiş zamana göre (-di) anlatı-
lır. Özellikle durum öykülerinde zaman açık olarak belirtilmez, sezdirilir.
ˇ Kişi: Hikâyede kişi sayısı sınırlıdır. Bu kişiler “tip” olarak karşımıza çıkar ve ayrıntılı bir
şekilde tanıtılmaz. Kişiler veya tipler, belli bir olay içinde gösterilir. Bu tiplerin de çoğu
zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Romanda olduğu gibi, kişilerin bütün yönleri veril-
mez. Bu bakımdan hikâyede kişilerin psikolojik özelliklerine ayrıntılı olarak girilmez.
ˇ Hikâyede Anlatıcı: Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olduğu gibi hikâyelerde de yazar
anlatma görevini bir anlatıcıya yükler. Okuyucu bütün olup biteni bu anlatıcı aracılığıyla
öğrenir. Bu tür metinler anlatıcının bakış açısıyla ortaya konmaktadır. Bu bakış açıları da
EDİTÖR
şunlardır:
ˇ İlahi (Hâkim) Bakış Açısı: Edebî metinlerde kullanılan en eski yöntemdir. Bu yön-
temde sınırsız bir bakış açısı vardır. Anlatıcı, öyküde anlatılanların tamamını bilen bir
varlıktır. Kahramanların gizli konuşmalarını, kafalarından ve gönüllerinden geçeni anla-
tır. Zaman zaman kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda ve yargılarda bulunabilir.
Öyküde ne kadar kişi varsa her birinin açısından olayları ayrı ayrı görmemizi sağlar.
Öyküyü kimi zaman hızlandırma, kimi zaman da yavaşlatma olanağı vardır. Bu bakış
açısında genellikle III. tekil şahıslı anlatım vardır.
F Koca Ali en kalın, en katı demirleri mısır yaprağı gibi incelten, kâğıt gibi yumu-
şatan sanatını kimseden öğrenmemiş, kendi kendine bulmuştu. Daha on iki yaşın-
dayken; sert bir beylerbeyi olan babasının başı vurulmuş, öksüz kalmıştı. Amcası
çok zengindi. Gösterişe düşkün bir vezirdi. Onu yanına aldı. Okutmak istedi. Belki
devlet katında yetiştirecek, büyük görevlere çıkaracaktı. Ama Ali’nin yaradılışında
“başkasına gönül borcu olmak” gibi bir sızlanmaya yer yoktu. “Ben kimseye eyvallah
etmeyeceğim.” dedi.
Ömer Seyfettin (Diyet)