Page 22 - 9. Sınıf Türk Dili Edebiyatı Öğretmenin Ders Notları
P. 22
¦ §
22 22 HİKÂYE
HİKÂYENİN YAPI UNSURLARI
* Hikâyenin yapı unsurları arasında olay, mekân, zaman ve kişi kadrosu gösterilebilir.
Olay: Öykü kahramanının başından geçen olay ve durumdur. Hikâyeler olay eksenli yazılardır.
Hikâyelerde bir asıl olay vardır. Ancak bazen bu asıl olayı tamamlayan yardımcı olaylara da rast-
lanabilir.
Mekân (Yer-Çevre): Hikâyede sınırlı bir çevre vardır. Olayın geçtiği çevre çok ayrıntılı anlatılmaz,
kısaca tasvir edilir. Olayın anlatımı sırasında verilen ayrıntılar çevre ve yer hakkında okuyucuya
EDİTÖR YAYINEVİ
ipuçları verir.
Zaman: Hikâye kısa bir zaman diliminde geçer. Hikâyeler geçmiş zamana göre (-di) anlatılır. Özel-
likle durum öykülerinde zaman açık olarak belirtilmez, sezdirilir.
Kişi: Hikâyede kişi sayısı sınırlıdır. Bu kişiler “tip” olarak karşımıza çıkar ve ayrıntılı bir şekilde
tanıtılmaz. Kişiler veya tipler, belli bir olay içinde gösterilir. Bu tiplerin de çoğu zaman sadece belli
özellikleri yansıtılır. Romanda olduğu gibi, kişilerin bütün yönleri verilmez. Bu bakımdan hikâyede
kişilerin psikolojik özelliklerine ayrıntılı olarak girilmez.
Hikâyede Anlatıcı: Anlatmaya bağlı edebî metinlerde olduğu gibi hikâyelerde de yazar anlatma
görevini bir anlatıcıya yükler. Okuyucu bütün olup biteni bu anlatıcı aracılığıyla öğrenir. Bu tür
metinler anlatıcının bakış açısıyla ortaya konmaktadır. Bu bakış açıları da şunlardır:
» İlahi (Hâkim) Bakış Açısı: Edebî metinlerde kullanılan en eski yöntemdir. Bu yöntemde sınırsız
bir bakış açısı vardır. Anlatıcı, öyküde anlatılanların tamamını bilen bir varlıktır. Kahramanların
gizli konuşmalarını, kafalarından ve gönüllerinden geçeni anlatır. Zaman zaman kendi yorumlarını
ekleyebilir, açıklamalarda ve yargılarda bulunabilir. Öyküde ne kadar kişi varsa her birinin açısın-
dan olayları ayrı ayrı görmemizi sağlar. Öyküyü kimi zaman hızlandırma, kimi zaman da yavaş-
latma olanağı vardır. Bu bakış açısında genellikle III. tekil şahıslı anlatım vardır.
œ Örnek: Koca Ali en kalın, en katı demirleri mısır yaprağı gibi incelten, kâğıt gibi yumuşatan
sanatını kimseden öğrenmemiş, kendi kendine bulmuştu. Daha on iki yaşındayken; sert bir bey-
lerbeyi olan babasının başı vurulmuş, öksüz kalmıştı. Amcası çok zengindi. Gösterişe düşkün bir
vezirdi. Onu yanına aldı. Okutmak istedi. Belki devlet katında yetiştirecek, büyük görevlere çıka-
racaktı. Ama Ali’nin yaradılışında “başkasına gönül borcu olmak” gibi bir sızlanmaya yer yoktu.
“Ben kimseye eyvallah etmeyeceğim.” dedi.
Ömer Seyfettin (Diyet)